Kayıtlar

Beklemek

Resim
Çok sevdiğim Nil Karaibrahimgil şey diyor "Birinden bir şey bekleme, onun yerine birine bir şey ver, bak neler olacak seyret sonra". Çok güzel bir cümle değil mi? Almak için çabalama, sen ver ve zaten o verdiğini aldıktan sonra sana da aynısına eş bir şeyler vermek için çabalayacak.. Bir şeylerden kastım duygu olarak. Hayatım boyunca vermeye çalıştım. Bir güler yüz, bir sırt sıvazlaması, bir bakış, bir söz.. Yeri geldi karşılığını aldım, sıkı bir iki dostum var, o kadar da yalnız değilim ama yine onlardan da hep bir şeyler bekledim. Belki de onlar da benden beklediler ama hep veremedim, karşı cinsle olan ilişkide de bu böyledir. Hayat hep bir alma verme dengesi üzerine kurulmamış zaten, bitkiler mesela karbondioksit alır oksijen verir, ya da döngüler (azot, karbon, oksijen...) yani diyorum ki alırsın ve verirsin. Ben vermeyi tercih ettikçe karşı taraftan da bir şeyler alırım sandım. Ama sadece sandım. Aslında o verdiğini düşünüyor ama bana ulaşan bir şey yok. Bekledim, verdim...

Zor'muş

Resim
Hiçbir zaman aşkın bu kadar can yakan bir duygu olduğunu düşünmemiştim. İki insan birbirini seviyor ve öncelik yapıyorlar ne kadar zor olabilirdi ki. Maalesef çok zormuş, bunu bana aşık olduğum adam öğretti. Ya da belki de kolay olan aşkta vardır bilmiyorum. Kara bahtıma zor olanı denk düştü. Bir kere değiştiriyormuş insanı. Sevdiğin huyların sevmediklerinle yer değişiyormuş. Ben mesela çok kendini anlatmanın hiçbir faydasını görmedim. Oysa hep yanlış anlaşıldım, hep kendimi haklı çıkarıyormuşum gibi. Önemli olan hiçbir zaman haklı haksız olmadı benim için. Tek bir derdim vardı, anlaşılmak. Anlaşılmak, ne kadar canımın yandığı görülsün ve bir şeyler yapılsın istedim. Ama olmadı, karşı taraf benimle savaştı, bizim için değil. Çok yanım yandı dedim, yakmamaya çalışıyorum dedi. Sevdiğini düşünmemeye başlıyorum dedim, seviyorum dedi. Değersiz hissediyorum bak dedim, ama ben kendimden çok hep sana değer verdim dedi. Hata bende mi diye düşündüm. Artık hislerimi mi kaybettim? Ama hayır, değiş...

Daha önce,

Resim
Daha önce yapmadığın, ya da daha önce diyebilecek kadar uzak mesafede yapmış olduğun bir eylemi tekrardan yapınca, yapmaya yeltenince ya da insan bence ufaktan tedirgin oluyor. Aslında korku o kadar da dert edinilebilecek bir duygu değil, bence korkusuzluk tam tersi daha endişe verici. Çünkü benim nezdimde bir şeyden korkuyorsan o şeye değer veriyorsun demektir (bazı şeyler saf dışı tabii ki). uzun zamandır seyahate çıkmamıştım ve daha şimdi günübirlik Kapadokya gezisinden geldim. Giderken içim kıpır kıpırırdı heyecan ve korku vardı. Aslında seyahat etmeyi seven ben çünkü yaklaşık iki senedir doğru dürüst hiçbir yere gitmemiştim. Ama bu korkum fazla uzun sürmedi. Çünkü yalnız değildim. Yani şunu anlatabilirim size korkular hayatınızda var olmalı ama sizi delirtecek kadar değil. Daha önce yapmış olduğunuz ve uzun süredir yapmadığınız şey için duyduğunuz korkunun geçici olduğunu bilin sadece araya zaman girmiş ve siz daha güçlü kalmışsınız gibi. Devirmek daha zor yani. Gezi hakkında konu...

Kavram Olarak Yaşamak'

Resim
Öncelikle selam, konumuz başlıktan da anlaşılması güç olmayacak ki 'Yaşamak'. Sözlük olarak yaşamak; kısaca hayatta kalmak, hayatlarını sürdürmek, demek. Aslında canlılığının başlangıcından son anına kadar yaşam içerisinde var olma çabasına bir nevi yaşamak diyoruz. Bana göre yaşamak bu kadar basit bir iki kelime ile açıklanacak bir sözcük değil. Bana göre yaşamak çok sayıda kelimelerle de ifade edilecek bir şey değil. Ben yaşadım demek için mesela, gezip gördüğüm anları, yeni anlar yaşadığım, aktiviteler yaptığım, bazen ağladığım bazen öfkelendiğim ve yerine göre hunharca güldüğüm zamanları sayabilirim. Çok derinlemesine hissetmemiz lazım bence bilinmez kaç yıl geçirdiğimiz ömrümüzü. Nasıl iyiysen öyle, kiminle mutluysan onunla, nerede yüzün gülüp kafan rahatsa orada geçirerek. Bir kez geldiğini ve zaman kavramının oyunsal bir yanı olduğunu unutmayarak. Yeryüze gelmiş herkes senin gibi benim gibi geldi. Tek farkımız bu dünyaya sezeryan ya da normal doğumla gözlerimizi açtığımı...

Çok?

Resim
Çok üzgünüm, Nasıl çok? Ne kadar çok? Kime göre çok, neye göre çok? Çok mutluyum? Ne gibi çok? Ne ölçüde çok? Çok kelimesini hayatlarımızda çokça kez kullanırız değil mi? Aaa bakın daha şimdi kullandım. Peki tam olarak ne bu 'ÇOK'? Yani sana göre çok uzun bir ağaç kaç metre olmalı, santimetreler de uzun sayılmaz mı? Çok uzaktasın deriz mesela aramıza mesafeler girmiş bir arkadaşımızla konuşurken, insan aynı koltukta yan yana oturduğu biriyle de çok uzak olamaz mı? Çok kitap okudum bugün, sayfalarca.. Sana göre kaç sayfa çok, mesela bana göre 100 sayfanın aşağısı kurtarmaz. Demek istediğim bir birey olarak çok kelimesini statü belirlemek, derecelendirmek için kullanmanın tam da yeterli olmadığını gördüm. Birine çok yorgunum diyorum, ona benim yorgunluğum ne kadar gelebilir ki? Benim çokum ile onun ki aynı, eş değer mi? Hiç sanmam. Çok bıktım, çok bittim. Günlerim çok yavaş geçiyor.. Durun belki iki üç 'o' koysam daha çok işler ona ve daha anlaşılır. "Günlerim ÇOOOK...

Kırılmaya Dair Derleme.

Resim
Ortaya karışık bir şeyler yazmak istedim bugün. Ünlü kitap ve yazarlardan ya da sosyal medyada okumuş olduğum ve bana çok anlamlı gelen birkaç cümleyi de alıntılayarak buraya yazdığım, son olarak kendi cümlelerimle tamamladığım bir yazı yazmak geldi içimden. Konumuz ‘ Kırılmak ’ "Bir kalbi kırdıktan sonra gelen özür doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, ihtiyaç kalmaz." Pablo Neruda'nın bir sözü. "Bir insanı kırdığınızda sadece o insanı kırmış olmuyorsunuz, onunla birlikte onun heveslerini, onun hayallerini de kırmış oluyorsunuz. Ve bu kırgınlıkların bazen geri dönüşü de olmayabiliyor. Çünkü kırılan bir insan artık eskisi gibi hissedememeye başlıyor ve bu cidden çok kritik bir duygudur. Eskisi gibi olamama senin artık özrünün, senin artık af dilemenin de bir anlamı olmadığını ifade ediyor. Geri dönülemez kırgınlıkları yaşatacak şeyleri yapmamamız lazım. Yoksa ne kadar özür dilerseniz dileyin, ne kadar af dilerseniz dileyin o kişiye tekrar ulaşamayabilirsiniz....

Yaş İlerledikçe

Resim
Yaşım ilerledikçe önceliklerim çok fazla değişir oldu. Düşünmem gereken tek kendim değildim artık, ana odaklanmakta zorluk çekiyordum. Aslında hâlâ çekiyorum. Çünkü şunu öğrendim anda kalabilmek için geçmişi hatırlamak ve geleceği düşünmek gerekiyormuş. Ve bunun istisnası yok, 1 dakikanın bile. Yaşlanmak zormuş, özellikle ilk yetişkinlik yılları. Çünkü gerçekten ilk yetişkinlik yıllarının endişesi ergenlikte içine düştüğün karmaşık duyguların girdabından çok daha meşakkatliymiş. Psikolojinin darmadağın olmasına ramak kala durman gereken anlar yaşıyorsun. Dağılmana bile fırsat tanınmıyor. Oysa içini en dökmen gereken yılların, içine dolarak geçiyor. Böyle zamanlarda insan kupasına kahve, defterine kalem ve bazen de omuzlarına atabilecek sıcak bir hırkaya sahip olmak istiyor. Zaman geçiyor, yaşıyoruz, yaşlanıyoruz. Şu anımızın farkına hep geçmişi düşünerek varıyoruz. Bunlar normal, insanız. Yaşadığımız müddetce her sabah gün doğmakta ve ay batmakta olacak. Kendine iyi bak,